• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/levent.ozbek
  • https://www.youtube.com/watch?v=6ltGoG8z5h0&t=4s
 

Matematiksel Modelleme ve Simülasyon
Yılan Kale

Yılan Kale

 

Çukurova'da Yılan Kale diye bir kale var, Misis'le Adana arasında bir yerde tüm ovayı görür. Yakınlarında da Kokar diye bir yer vardır, Kokar denilen yer, gerçekten kokan bir yer, kükürt kokar, çürük yumurta kokusunda bir yer. Ta uzaktan kokusu insanın burnunun direğini kırmaya yeter. Çocukken mahallede bisikleti olan tüm çocuklar oraya giderdik. Ben hiç sevmezdim kokusunu. Zaten yumurtayı da sevmem, ne kadar tavuk beslesem de, civciv alıp büyütsem de hayatımda yumurta yediğimi anımsamam. Ben küçükken, sanırım bir yaşlarında, annem ha bire yiyeyim diye ağzıma dürtmüş ben de tiksinmişim. Kendimi bildim bileli yumurta yemedim. Ama kümesten, tavuğun altından, özellikle kendi beslediğim tavuğun altından yeni, sıcacık yumurta alıp eve getirmeye bayılırdım. Dövüş horozlarını da çok severdim ama dövüşmelerine katlanamazdım. En iyi cinsten dövüş horozlarım oldu, en iyi cins deyince; annesi, babası ve dedesi yani tüm geçmişi bilinen horoz anlaşılır. Horozların dövüştürüldüğü kahvehaneler vardı, giderdim ama içim kan ağlayarak izlerdim dövüşlerini, zaten gitmeyi pek de sevmezdim. Dövüş horozları çok asil olur, ben de asil horozların yumurtalarından bulup kuluçkaya koyardım ve civcivken büyütürdüm. Onların öyle bir ötüşü vardır ki insanın içini içinden koparıp alırlar. İnsandan kaçmazlar. Kuru üzümle beslerdim onları. En son lise üçüncü sınıftaydım iki tane büyütmüştüm, canavar gibi olmuşlardı. Ellerimle besledim onları. Bacaklarında birer mahmuzları var dı ki… onlar daha güçlensin, tüyleri parlasın diye limon sürerdim ellerimle, severdim başlarını. Sabaha doğru öttüklerinde tüm mahalle tok sesleriyle inlerdi. O sıralarda bir de kekliğim vardı.

 

Kafeste beslemezdim onu, evin içinde dolanmaya alışmıştı, kaçıp gitmezdi. Sabahları öyle bir öterdi ki sormayın gitsin. İşte; evin içinde keklik, dışarıda koskocaman bir kümes, iki tane dövüş horozum, bileklerimde yerlere vurulmaktan kırılmış bir saatin izleri…

 

Üniversite sınavına girdim, neyse kazandım, Ankara'ya geldim; yıl 1983. Annem horozlarıma, tavuklarıma, kekliğime bakamamış. Keklik ne oldu hatırlamıyorum, tavukları da, ama horozlarımı birbirleriyle kavga etmesinler diye ayrı yerlerde tutuyordum, bakamamışlar. Bir gün bunlar birbirlerine girmiş, tabii evdekilerin haberi yok, dövüşe dövüşe biri öbürünü öldürmüş. Telefonda öğrendim, kahroldum. Keşke hiçbir yere gitmeyip orada kalsaydım. Benim yüzümden horozlarım birbirlerini öldürmüşlerdi.

 

Bir daha geri gelmedi geçen günler. Söylenceye göre yılanların şahının yaşadığı, Çukurova’yı boydan boya görüp selam eden, bisikletlerle son sürat aşağıya indiğimiz Yılan Kale orada duruyor. Horozlarım öldü, kekliğim kayıp, tavukların akıbetinden haber yok.

 

Kirada oturuyorduk. İki katlı evin giriş katındaydık, arkadaki bahçeyi telle ikiye bölmüştüm. Ev sahibi hem kiracılardan usandığından, hem de daha çok para kazanmak amacıyla, sonunda evi müteahhite vermiş. Bizimkileri çıkardılar. Bizim evin bahçe duvarıyla dedemlerin bahçe duvarı ortaktı, evlerimiz yan yanaydı. Onu da almışlar. Dedemlerin evi tek katlı müstakildi. Dedem her türlü çiçeği yetiştirir, evin önünden geçenler hayranlıkla bakardı. Bizim evi ve dedemlerin evini yıktılar. Adam sahtekâr çıktı. Evlerimizin yerinde halen sadece bir temel duruyor. Geçen gittiğimde dedemlerin evinin bahçesinin sadece giriş kapısını yıkmamışlardı, onu görünce ben yıkıldım. Oysa dedem ne de severdi çiçekleri. Dedemi özledim.

  

Olmasa bile ruhum, sevinçten gizlice bayram yaptı…

 

güneş

şımarık bir kedi gibi evlerin saçaklarında erimeye yüz tutmuş kar tanelerine gülümsedi

dışardan bakıyordum

kendimi belli etmeden

oysa beni görsün istiyordum

görünmeden beni görsün

 

geldi şaşkın bakışlarla bir martı kondu evin saçaklarına

gözlerine bile bakamadan

bağırmaya başladı

ne martıyı kovalayabildim

ne güneşe kollarımı açabildim

öylece kalakaldım

sevinçten sevgimi paylaşamadım…

 

geçmek bilmedi zamandan çalmayı düşlediğimiz anlar

yaşam bizim için koskocaman yarattı kahramanlar

dizinde uyuyamadan geçti kırlangıçlar

sensiz esen rüzgâr hep güzel bir sonbahar

 

işte diyecektim zamanı geldi

gelmelerin mevsiminde doğdu sevinçli güvercinler

gözlerinde bakakaldım geçmişe

yeşil bir ovada ruhum teslim olmadan önce

 

pırıl pırıl açan nar çiçeklerine inat

tomurcuklarını açtı yaseminler nergisler

teker teker öptüm kokularından

sığamadım geleceğe

dallarım budaklandı genişledim kök saldım yeşil ovaya

 

ova beni doğurmasın diye yalvardım güneşe

kimse doğurmasın beni

  
482 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın